HomeTasavvuf

ALLAH’IN VELİ KULLARINA DÜŞMANLIK YAPMAK

Allahu Teâlâ, “Erkek olsun, kadın olsun, mü’minleri yapmadıkları bir günahla incitenler, büyük bir iftira ve apaçık bir günahı yüklenmiş olurlar.”   “

Rabıta inkarcılarına delillerden bir demet
İmamı Rabbani ‘yi bi dinlesek – 27.11.2015
İLK HEYECAN – MÜRİD VE NEFİS
Allahu Teâlâ,
“Erkek olsun, kadın olsun, mü’minleri yapmadıkları bir günahla incitenler, büyük bir iftira ve apaçık bir günahı yüklenmiş olurlar.”
 
“Mü’minlere kanatlarını indir, tevazu ve şefkat göster.” , buyurmuştur.
 
Buhâri’nin Enes ve Ebû Hureyre (radıyallahu anhuma) dan rivayetlerinde Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
 
“Allahu Teâlâ buyurdu ki: “Benim dostlarımdan birisine ihanet eden bana karşı savaş açmış olur. Ben yapmasını dilediğim hiç bir şey hakkında -mü’min kulumu ölümü karşısındaki tereddüdüm gibi- tereddüt etmedim. Kulum bunda ölümü hoşlanmıyordu. Ben de kuluma acı gelen şeyi sekmiyordum. Aynı zamanda ölüm de onun için muhakkaktır. Mü’min kulum, dünyada zahidlik kadar hiç bir şey ile bana yaklaşamaz (Bana en çok, dünyadan yüz çevirmekle yaklaşır). Üzerine farz kaldığım şeyler kadar hiç bir şeyle bana ibadet edemez.”
 
Diğer bir rivayette Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Allahu Teâlâ buyurmuştur: Her kim sevdiğim kuluma düşmanlık ederse, Ben de ona harb ilân ederim. Kulum, kendisine farz kıldığım ibadetleri yerine getirmekten daha sevimli bir şey ile bana yaklaşamaz. Her zaman kulum Bana nafile ibadetleri iie yaklaşmak ister. Nihayet Ben ona muhabbet ederim. Artık Ben kulumu sevince onun İşitir kuiağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı mesabesinde olurum. Dili ile de her ne isterse muhakkak onları veririm. Bana sığınmak isîeyinde muhakkak kulumu siyanet ederim.”
 
Sahih hadîsde şöyle vârid olmuştur:
“Ebû Sufyân; Selmân, Süheyp ve Bilâl’dan ibaret olan Ashâb’dan bir cemaat üzerine çıkageldi. Müslümanlar Ebû Sufyân’ı murad ederek:
“Allah’ın kılınçları, Allah’ın düşmanı üzerine gereği gibi işlemedi,” dediler. Ebû Bekir radıyallahu anh:
“Kureyş’in şeyhi ve seyyidine karşı böyle mi söylersiniz?” dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir (Radıyallahu anh) Peygamberimize gelerek durumu haber verdi. Resül-i Ekrem:
“Ya Ebâ Bekir, ihtimal onları gücendirdin. Eğer onları gücendirmiş isen, Rabbını da gücendirmiş oldun,” buyurması üzerine Ebû Bekir (Radıyallahu anh) onların yanına gelerek:
“Ey kardeşler! Ebû Sufyan yüzünden sizleri gücendirdim,” deyince, onlar:
“Hayır, üzülmedik, Allah seni affetsin kardeş,” dediler.
 
Bütün yoksullara ve özellikle Ashâb’dan iman edenlerin yoksul olanlarına karşı gösterilen hürmet ve saygının en büyüğü şudur: Müşriklerin ileri gelenleri Peygamberimize gelerek:
“Ey Muhammed, bu fakirlerle bir arada oturamıyoruz, bunları etrafından uzaklaştırırsan biz de sana iman ederiz. Bu suretle şerefli İnsanlar ve kabile reisleri sana iman eder,” dediklerinde, Allahu Teâlâ,
“Sabah akşam Rablerinin rızasını isteyerek Ona yalvaranları sakın kovma.” buyurmuş ve müşriklerin tekliflerini reddetmiştir. Aynı zamanda yoksullara, sırf yoksulluklarından sebep hakaret etmenin doğru olamayacağı bildirilmiştir! Müşriklerin, yoksulların uzaklaştırılmalarından ümitlerini kesince:
“Öyle ise bir gün bize ve bir gün onlara olsun,” dediler. Bunun üzerine yinen Allahu Teâlâ;
 
“Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O’na yalvaranlarla beraber sen de sabret. Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma.”, buyurmakla yoksullara büyük değer vermiştir. Yâni, öyle sırf dünyaya önem verenlere heves edip de yoksulları etrafından sakın uzaklaştırma, demektir Allahu Teâlâ devamla,
“De ki: “Gerçek Rabbinizdendir.” Dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun.” buyurdu ve sonra da zengin ile yoksulu darb-ı mesel ederek şöyle buyurdu:
“Onlara iki adamı misal olarak göster: Birine iki üzüm bağı verip, etrafını hurmalıklarla çevirmiş ve aralarında ekinler bitirmiştik. Her iki bahçe de ürünlerini vermişlerdi, hiç bir şeyi eksik bırakmamışlardı. İkisinin arasından bir de ırmak akıtmıştık. Onun gelirleri de vardı. Bu yüzden arkadaşı ile konuşurken “Ben malca senden zengin, nüfuzca da senden daha itibarlıyım” dedi. Kendisine böylece yazık ederek bahçesine giderken “Bu bahçenin batacağını hiç zannetmem. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Eğer Rabbime döndürül ürsem, and olsun ki orada bundan daha iyisini bulurum.” dedi. Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona “Seni topraktan sonra nutfeden yaratanı, sonunda da seni insan kılığına koyanı mı inkar ediyorsun? İşte O, benim Rabbim olan Allah’tır. Rabbime kimseyi ortak koşmam. Bahçene girdiğin zaman -her ne kadar beni kendinden mal ve nüfuzca daha az buluyorsan da- “Allah da ne dilemiş ya, kuvvet ancak Allah’a mahsustur” demen gerekmez mi? Rabbim, senin bahçenden daha iyisini bana verebilir ve seninkinin Üzerine gökten bir felâket gönderir de bahçen yerle bir olur. Yahud suyu çekilir bir daha da bulamazsın.” dedi.
Nitekim ürünleri yokedildi. Bağın altüst olmuş çardakları karşısında, sarfettiği emeğe içi yanarak ellerini oğuşturup “Keşke Rabbime kimseyi ortak koşmasaydım” diyordu. Ona, Allah’tan başka yardım edebilecek adamları da yoktu; kendi kendini de kurtaramadı. İşte burada kudret ve hakimiyet, varlığı gerçek olan Allah’ındır. Mükâfatlandırma bakımından hayırlı olan da sonuçlandırma yönünden hayırlı olan da O’dur. Onlara dünya hayatının tıpkı şöyle olduğunu anlat ı Gökten indirdiğimiz su ile yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, ama sonunda rüzgârın savuracağı çerçöpe döner. Allah, her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır.” (el-Kehf: 18/32-45)
 
Bütün bunlar, yoksulların ve özellikle ilk Müslüman olan Ashabı Kirâm’ın yoksullarının şereflerini ve saygı değer kimseler olduklarını gösterir. İşte bunun içindir ki bizzat Resûl-i Ekrem onlara ve özellikle kendisiyle hicret edenlerin yoksulları olan Ashâb-ı Suffa’ya hürmet ederdi.
Bunlar, Medine mescidinin sofasında otururlar, gelen fakirler bunlara katılırdı. Böylece çoğaldılar. Bunlar, son derece yoksul ve hiç bir şeyleri olmayan kimselerdi. Sabrederlerdi. Onları bu hale sevkeden, mâsivadan ilgisini keserek Allah’a bağlananlara, Allahu Teâlâ’nın vereceği büyük mükâfatlara inanıp bağlanmaları idi. İşte bunun için O’nun kapısından kovulmadı ve orada kalmaya, dostlar arasında övünmeye hak kazandılar. Çünkü evleri mescidler, aradıkları Allah, yemekleri açlık, insanlar uykuya yattıkları gece uykusuzlukları gıdaları, ihtiyaç ver yoksulluk şiarları, meskenet ve çaba elbiseleri idi. Onların yoksullukları genel anlamda olan, herkesin Allah’a muhtaç olmasında umumî bir fakirlik değildi, zira bütün yaratıkların niteliği budur. Nitekim Allahu Teâlâ,
“Ey insanlar, siz Allah’a muhtaçsınız.” [Fatır: 35/15], buyurmakla bunu murad etmiştir. Bunların yoksulluğu ise özeldir. Allah’ın veli, dost ve ahbablannm şi’arı olan yoksulluktur. Bu da kalblerinin başkala¬rından boşalıp bütün tutum ve davranışlarında O’nun müşahedesiyle kalblerini doldurmaktır. Allahu Teâlâ’nın lutf u keremi olarak onları sevdiğimiz için bizi de onlarla hasretmesini kendisinden dileriz.
 
Tembih: Allah’ın velilerine eziyet ve onlara düşmanlığın büyük günah olduğunu birçokları tasrih etmiş olduğu gibi, bu kadar şiddetli vaîdler de bunu açıkça ifade etmektedir. Zira Allahu Teâlâ’nın savaş ilân etmesi, yalnız ribâ yiyenlerle O’nun velilerine karşı cephe alanlar hakkındadır. Ajlahu Teâlâ’nın husûmet ettiği kimsenin iflah olmayacağı meydandadır. Hatta iflah olmak şöyle dursun, bu gibilerin küfür halinde olmaları mukadderdir. Allah, lütuf ve keremiyle bizleri korusun. Sonra Zerkeşî’nin de -Hadimi de buna işaret ederek- şöyle dediğini gördüm: Zerkeşî bu hadis üzerinde düşündü ve ribâ hakkında Allahu Teâlâ’nın,
“Böyle yapmazsanız, bunun Allah’a ve peygamberine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin.” [el-Bakara: 2/279], âyet-i celilesi üzerinde düşündü ve “Bunların ikisi birdir.” dedi”.
 
Hanefilerin “Fetvâ-i Bedi’iyye” adlı Kitabında “Bir kimse âlim ile alay etse karısı boş olur.” diye yazılıdır. Çünkü ona göre âlimi istihfaf irtidattır. İmamlardan biri olan Hafız el-İmam İbn Asâkir diyor ki:
“Kardeşim, Allah seni ve beni hayır yoluna hidâyet etsin. Bilmiş ol ki, âlimlerin eti zehirlidir. Onların kusurlarını araştırıp açıklayanlara karşı Aîlahu Teala’nın adeti malumdur. Kjm ki âlimlerin ku¬sur ve ayıblarını diline, dolarsa, Allahu Teâlâ, ölmeden o kusur ile onu ibtilâ eder. Nitekim âyet-i celile’de.
“Allah’ın buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belâ gelmesinden veya can can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.” buyurulmuştur.
www.ismailaga.info
El-Ahzab: 33/58.
El-Hicr: 15/88.
Sahihu’l-Buhari.
Sahihu’l-Buhari, Kitabu’l-İstizân.
Sahihu Müslim, 4/3947.
el-En’am: 6/52.
el-Kehf: 18/28.
el-Kehf: 18/29.
el-Kehf: 18/32-45.
Fatır: 35/15.
el-Bakara: 2/279.
en-Nûr: 24/63.
 
İbn Hacer El-Heytemi, “Ez’zevacir An İktirafil-Kebâir” İslâm’da Helâller Ve Haramlar “Büyük Günahlar” dan alıntılanmıştır

YORUMLAR

WORDPRESS: 0